LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASININ 100. YILINA ARMAĞAN

130 TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN VE LOZAN’IN 100. YILINA ARMAĞAN uzak halletmeye çalışmıştır. Bir taraftan kendisini de zor duruma düşüren uluslararası yükümlülüklerini yerine getirirken; diğer taraftan da batı ile ilişkilerini tabii düzeyde tutmaya gayret etti. Hatta kendi içinde batılılaşma faaliyetlerini hızlandırdı. Batı tarzı eğitim ve yaşam biçimini uyarlayarak Türkiye’de uyguladı. Erken dönemde demokrasiye geçiş denemeleri yaptı ama başarısız oldu. Bu dönemde Türkiye uluslararası baskılardan uzak kaldığı alanlarda da bağımsız siyaset üretmeye çalıştı. Lozan’a rağmen Türkiye Suriye ve Irak’la ilişkilerini tesis etmeye de özen göstermiştir. Ancak iki taraflı ve egemen devletler olarak ilişkiler kurmuşalardır. Daha kuruluş yıllarında sınır güvenlikleri, ticaret, bölgesel sağlık ve tarım meseleleri gibi alanlarda iki taraflı ilişkiler ve hemen hemen aynı yıllara denk gelen dostluk anlaşmaları imzalanmıştır. Türkiye, her ne kadar aralarında tarihi ortaklıkları bulunsa da Lozan anlaşmasına doğrudan konu olmayan Arap bölgeleri ile de ilişkiler kurmayı ihmal etmemiştir. Bu çerçevede Suudi Arabistan, Yemen ve Mısır ile ilişkiler kurarak bu coğrafyada aktif olmaya çalışmıştır. Türkiye, doğrudan ilgilenmese bile Arap coğrafyasındaki gelişmeleri yakından takip ediyordu. Bu yüzden özellikle 1930’lardan sonra şiddetlenen Filistin meselesinde Arapların yanında yer almıştır. Ve bu politikası da geleneksel devlet politikası olarak bugüne kadar devam etmiştir. Aslında Türkiye erken bir tarihten itibaren Lozan’da adı geçmeyen ülkeler üzerinden yeniden Arap dünyası ile ilgilenmeye başlamıştır. Mesela 1926 yılında henüz Suudi Arabistan kurulmadan Cidde’de maslahatgüzarlık tesis ederken 1927 yılında Suudiler ile Yemen arasındaki ihtilaflarda arabuluculuk yapmaya çalışmıştır. Bütün bu gelişmeler arasında Tunus, Cezayir gibi Kuzey Afrika ülkeleri adeta Lozan’dan sonra unutulmuştur. Bu ülkeler ile Türkiye’nin çok eski ilişkileri ve müşterek bir tarihi olmasına rağmen; bu iki ülke Türk siyasetinin dışında kalmıştır. Zira İskenderun/Hatay sorunu varken, ayrıca Fransa’nın tepkisine neden olabilecek bu ülkeler ile ilgilenmek akılcı değildi. Yani Türk siyaseti rasyonel politikalar üretmek peşindeydi. Zaten bu dönemde ortaya çıkan politik tavır şu cümle ile özetlenmekteydi: “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh”.

RkJQdWJsaXNoZXIy NzE2Njg1