LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASININ 100. YILINA ARMAĞAN

165 LOZAN ANTLAŞMASI BAĞLAMINDA TÜRK DIŞ POLİTİKASI VE GÜVENLİK POLİTİKASI revizyonist devletler arasında gittikçe keskinleşen bir kutuplaşma doğmuştur.42 Osmanlı Devleti tasfiye edilirken, Ankara’da kurulan yeni Türk devleti bir taraftan emperyalizme karşı mücadele ederken, diğer taraftan Batı dünyasının içinde olmayı da milli bir politika olarak benimsemiştir.43 1930’larda İngiltere ile ilişkiler düzelmiş, hatta Akdeniz’de yatıyla bir gezintiye çıkmış olan Kral VIII. Edward İstanbul’a gelmiş (4- 5 Eylül 1936), İnönü de VI. George’un 12 Mayıs 1937’de gerçekleşen taç giyme törenine katılmak üzere Londra’ya gitmişti. Bunu yeni kredi anlaşmaları izlemiş, iki ülke 12 Mayıs 1939’da bir karşılıklı güvence antlaşması imzalamışlardı.44 Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü, Birinci Dünya Savaşında Osmanlı İmparatorluğu topraklarını işgal eden ve aralarında paylaşan Avrupalı Büyük Güçlere karşı kazanılması olanaksız görünen “Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı kazanmışlardır. Avrupa ve dünyanın kısa sürede bunalımlar dönemine girdiği yıllarda, Türkiye revizyonist Avrupa devletleri gibi, bu buhranları kendi çıkarları için kullanma yoluna gitmemiştir. Aksine kolektif barış ve güvenliğin hararetli bir savunucusu olarak anti-revizyonist bir politika takip etmiştir.45 Türkiye İkinci Dünya Savaşı’n42 1914 yılında başlayan Birinci Dünya Savaşı 1918 yılına kadar sürmüş, 3,5 milyonu Türk, yaklaşık 30 milyon insan savaşta hayatını kaybetmiştir. Eric Hobsbawm, Çev.Yavuz Alogan, Kısa 20. Yüzyıl 19141991 Aşırılıklar Çağı, İstanbul, Everest Yay., 2006, s.30. 43 Güngör Cebecioğlu, “İkinci Dünya Savaşı ve Türk Silahlı Kuvvetleri”, 6’ncı Askeri Tarih Semineri I, İkinci Dünya Savaşı ve Türkiye 20-22 Ekim 1997-İstanbul, Gnkur.Bsm., Ankara, 1998, s.324-326. 44 Faruk Sönmezoğlu, İki Savaş Arasında Türk Dış Politikası, İstanbul 2011, s. 109-139. 45 Kurtuluş Savaşını zaferle sonuçlandırarak Cumhuriyeti kuran Kemalist kadro ülkenin gerçek bağımsızlığının ancak iktisadi kalkınmanın sağlanması ile mümkün olacağının bilincindeydi. Ve ekonomik kalkınma sanayileşme ile özdeş tutuluyordu. 1929 yılında ABD’de başlayıp sanayileşmiş ülkelerde etkili olan iktisadi kriz Türkiye’yi de olumsuz yönde etkilemiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarında Türkiye bütün sahalarda yetişmiş eleman eksikliğini hissediyordu. İmparatorluk döneminde bilhassa son devirlerde Türkler sanayi ve ticaret sahasını terk etmişlerdi. Çiftçilik, askerlik ve memuriyet Türklerin meşguliyet sahasıydı. Bu dönemde, yabancı şirketlerin temsilci olarak gayri Müslimleri seçmeleri bunun önemli nedenlerinden biridir. Türkiye, millî sanayinin gelişme yollarını aramak ve göstermek amacıyla, Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti’nin daveti üzerine “Birinci Sanayi Kongresi” 22 Nisan 1930 tarihinde toplanmıştır. Bu Kongre’de özellikle 1929 yılında ekonomik krizin patlak vermesi tartışılmış, Türk sanayinde ham madde ihtiyacı, sermaye ve kredi sorunları, vergi sorunları, Teşvik-i Sanayi Kanunu, sanayi eğitimi, ulaştırma sorunları ele alınmıştır. Birinci Sanayi Kongresi’nin hemen ardından hükümetin hazırlamış olduğu 21 Mayıs 1930 tarihli ekonomik programın, TBMM’ye sunulması, politika değişikliğinin somutlaşan ilk göstergesi olmuştur. 1930 yılından sonra doğan ihtiyaçlara yönelik olarak, Merkez Bankası, Devlet Sanayi Ofisi ve Türkiye Sanayi ve Kredi Bankası kurulmuş ve Türk Parasını Koruma Kanunu kabul edilmiştir. Meclis’e sunulan ekonomik programın girişinde, devletin ekonomiye müdahale etmesi, ekonomiyi düzenleyici rolünü yüklenmesi açık olarak belirtilmiştir 1929 Dünya Ekonomik Krizi’nin patlak vermesi sonucu dünya pazarlarındaki tahıl ve ham madde fiyatlarının düşmesi Türkiye’nin ihracat gelirlerini azaltmış ve bu durumdan en fazla etkilenen kesimlerden biri de

RkJQdWJsaXNoZXIy NzE2Njg1