LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASININ 100. YILINA ARMAĞAN

154 TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN VE LOZAN’IN 100. YILINA ARMAĞAN Kurtuluş Savaşı öncesi ve Lozan sonrası problemlerin süratle halli ve bu amaca yönelik olarak, Ülke’nin Avrupa’da saygın bir aktör olarak kabul görmesini sağlayacak bir temel çerçevenin hazırlanması, zamanın iç ve dış gerçekleri ile uyumlu bir şekilde güvenliğin tesisi amaç edinilmiştir. “Yurtta barış/Dünya’da barış”27 ana temasına uygun olarak ileriye yönelik açılımın ifadesi olarak Milletler Cemiyeti’ne üye olma (Temmuz,1932),28 ve tarihsel bir süreci ileriye yönelik olarak noktalayan Montreux (Temmuz, 1936) Anlaşması birinci açıdan değerlendirilebilir. Devletlerin dış politikalarını beklenti ve çıkarları doğrultusunda yönlendirmelerine, özellikle krokisini çizmeye çalıştığımız dönem içerisinden bir örnek vererek bu bölümü noktalayalım: Türkiye ve İngiltere çok uzun yıllar savaşmalarına karşın Lozan Antlaşması’nın imzalanmasından sonra oldukça kısa sürede iyi ilişkiler kurdu. Bunda Ankara’nın Lozan görüşmeleri sırasında Boğazların denetimini uluslararası bir komisyona bırakmaya razı olmasının önemli payı vardı. Ancak Ankara’nın bu tutumunun nedenlerinin başında Osmanlı borçları konusunda Fransa’ya karşı İngiltere’nin desteğini sağlamak ve Boğazlar konusunda da Sovyetler Birliği’nin paraleline düşmemek arzusu vardı. Türkiye ve Sovyetler Birliği son derece yakın ve dostça ilişkiler içindeydiler ama Ankara, Moskova’ya da tam anlamıyla güvenemiyordu.29 Lozan Antlaşması’ndan sonra Türkiye’nin stratejik önemi azalmamış, aksine artmıştır. Gerçekten, 1923’ten sonra Türkiye Avrupa’nın bütün güçlü devletleriyle komşu durumuna gelmiştir. Sovyetler Birliği doğu bölgemizde, İngiltere Irak manda idaresi ve Kıbrıs vasıtasıyla, Fransa Suriye manda idaresiyle, İtalya ise 12 adayı ve Meis’i ele geçirdiği için ne revizyonist ne de irredantist amaçlar taşımış, aksine Lozan’da kararlaştırılan sınırlar ekseninde devletin varlığını, çıkarlarını, güvenliğini korumaya odaklanmıştır. Bu niteliğiyle de çevresinde yer alan ve çoğu eski Osmanlı İmparatorluğu’nun parçası olan devletlerle dostane ilişkiler geliştirmeye çalışmıştır. Bununla beraber süreç içerisinde kimi komşu ülkelerle sıcak bir çatışma riskini de doğuran uyuşmazlıklar yaşayabilmiştir. Bu uyuşmazlıklarını barışçıl yöntemler kullanarak çözmeye, diplomasi ve siyasetin gücünden yararlanmaya gayret etmiştir. Ancak tehdidin önlenmesi ve toprak bütünlüğünün savunulması gerektiğinde kuvvet kullanabileceğini de gösterebilmiştir. Tabii bütün bunlar en geniş anlamı ile Türkiye’nin sahip olduğu güç kapasitesiyle ölçülü olmuştur. Bkz, Gönlübol, a.g.e. s. 64. 27 Bu ilke iç ve dışa yönelik politikaların temel mantığını oluşturan organik bir bütünü ifade eder. Bkz. Mete Tuncay, T.C de Tek Parti Yönetiminin Kurulması: 1923-31, İstanbul, Cem Yayınevi, 1985. 28 Miletler Cemiyeti’ne üyelik Türkiye açısından bu Kurumun amaç ve ilkelerini benimsemek anlamına gelmektedir ve bu şekil bir benimseme “içte ve dışta barış” ilkesi ile uyumludur 29 Baskın Oran, Türk Dış Politikası 1919-1980 Cilt 1, Ankara, İletişim Yayınları, 2005, s. 240.

RkJQdWJsaXNoZXIy NzE2Njg1