30 AĞUSTOS NEDİR ?
Dağlarda tek
tek
ateşler yanıyordu
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
güzel, rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında
birdenbire beş adım sağında onu gördü.
Paşalar onun arkasındaydılar.
O, saati sordu.
Paşalar: "Üç" dediler,
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun basına kadar,
eğildi, durdu.
Bıraksalar
İnce, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe'den Afyon ovasına atlayacaktı.
Nazım Hikmet Kuvay-ı Milliye Destanı
Birinci Dünya Savaşı’nın galipleri açısından savaş 1918’de bitmiş ve yeni dünya düzeni olarak kabul edilen, egemenlerin çizdiği çerçevede hareket etmelerine izin verilen devletler savaş sonrası yeni bir döneme girmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun mütareke sonrasındaki tablosunda Müttefiklerarası Komisyon Başkanı da olan İngiltere’nin doğu siyaseti, kendisine taraftar bir Yunanistan’ın Anadolu’ya yerleştirilmesi ve denizlere egemen bir Yunanistan vasıtasıyla Doğu Akdeniz’de güven içinde olmaktı. Bir taraftan Anadolu’nun bütün kaynakları savaşın galibi olan devletler tarafından ele geçirilecek ve bir taraftan da Asya ve Afrika’daki sömürgelere de ders vermek için Türkler çaresiz ve ezik bir durumda bırakılacaktı. Mondros Mütarekesi sonrasında Osmanlı ordularının dağılmış olması, arka planında yer alan Trablusgarb ve Balkan Savaşlarının yarattığı savaştan bıkma psikolojisi, ülkenin bütün ekonomik kaynaklarına, verimli ovalarına el konulmuş olması gibi bir çok nedene bağlı olarak ortaya çıkan olumsuz tablo, galiplere bu şansı verebilecek durumdaydı. Yenilmiş olmanın her şeye razı olmayı beraberinde getirdiğini sürekli olarak hatırlatan ve ona göre bir siyaset izleyen İtilaf Devletleri, Kurtuluş Savaşı’nın başından sonuna kadar kendilerine ve Yunanistan’a olan inancı ve Türk ordularına karşı inançsızlıklarını muhafaza etmişlerdir.
Mustafa Kemal “Beni Samsun’a götüren vapur Boğaziçi’ni terk ederek Karadeniz’e girerken İstanbul ufuklarına baktım. Orada her türlü savunması engellenmiş, kalp ve vicdanları kan ağlayan, beyinleri yanan İstanbul halkı için ağladım, gözlerim yaşardı. Fakat bu sevgili kardeşlerin, her ne olursa olsun kurtulacağına o kadar emindim ki, bu güven benim için savunma nedeni oldu” diyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılması, ordunun oluşturulmaya başlanması, Meclisin ülkenin yönetim boşluğunu doldurarak çaresiz halk kitlesini bir amaç etrafında organize edebilme başarısı,” Milletin istiklalini yine milletin azmi ve kararı kurtaracaktır” cümlesinde altı çizilen ve bu ulusta bu azmin ve iradenin bulunduğunun Mustafa Kemalce biliniyor olması, savaş alanlarında sonuç vermiştir.
Çünkü Mustafa Kemal’in “Biz mağlubiyetimizin karşılığını çok ağır ödedik. Elimizden köyler, iller değil, ülkeler alındı. Fakat son lokmasını da ağzından kapmak için bir milletin yaşamına kıymak, canice bir harekettir. Öldürülen bir adamınsa kendini son nefesine kadar cesaretle, mertlikle savunması doğal ve zorunludur” cümlesinde de ifade ettiği üzere 30 Ağustos Başkomutanlık Meydan Muharebesi ile sonuçlanacak İstiklal Savaşımız, bizim meşru hakkımızdı ve motivasyon gücümüzdü. Yine Mustafa Kemal ”Düşmanın pek büyük gayretlerle, özverilerle oluşturduğu ve diğer bazı devletlerin de büyük yardımlarıyla destekledikleri gerçekten eksiksiz ve kuvvetli ordularını mağlup etmek için kendimizde bulduğumuz kuvvet ve kudret, davamızın haklılığındandır” diyordu. Bu nedenle 30 Ağustos başından beri haklı olduğumuz davanın savaş alanlarında haksız olduğumuzu düşünenlere kabul ettirilmesidir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi ordularının Doğu, Güney ve Batı cephelerinde verdiği büyük mücadele ve arka arkaya bütün cephelerin kapatılabilmesi, savaşma hakkımızın olmadığını düşünen Müttefiklerin yalnızca hayal kırıklığına uğramasına neden olmayacak, aynı zamanda onlar adına siyasal sonuçlar doğuracaktır. Yunan General Hacıanesti ile birlikte cepheyi gezerek İzmir’e dönen İngiliz subayının cepheyi nasıl buldunuz sorusuna verdiği “Türkler bu cepheyi altı ayda düşürebilirlerse altı saatte düşürmüş kadar iftihar edebilirler” yanıtının üzerinden çok kısa bir süre sonra gelen Başkomutanlık Meydan Muharebesi bu kanaatte bulunan bütün askeri ve siyasi cenaha hiçbir zaman unutamayacakları bir yanıt vermiştir. Büyük Taarruz Anadolu’nun karış karış işgalinin mimarı ve Türklere anavatanlarında yaşama hakkı tanımamaya karar vermiş olan İngiliz Başbakanı Lloyd George’un istifasını getirmiş, bu büyük zaferin ardından İngiltere siyaseti yeni bir anlayışa ve İngilizlerin parti tercihlerinde bir değişikliğe gidecek oranda değişmiştir. Başarısız İngiltere Dominyonlara ayrıca anlaşmalar imzalama yetkisi tanımak mecburiyetinde kalmıştır. Bu çerçevede yine bilindiği üzere Atatürk’ün bu eşsiz başarısını doğru okumasını bilen sömürge altında bulunan topluluklarda bağımsızlık fikri kuvvetlenmeye başlamıştır. Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan Muharebesinin başarısının ardından Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne bir bayrak hediye eden ve mektup yazan Hint Müslümanı Ebulfazl Muhammet Abdülhannan’ın “Üç seneden beri zulüm ve esaret altında inleyen Anadolu’nun bu güzel İslam memleketlerinin halas ve istirdadı bütün Müslüman dünyası için büyük bir bayramdır. Ey islamın alemdarı olan muazzam millet!Sizin zaferiniz bütün islamın zaferidir. Bugün sevinç içinde bulunan yalnız Anadolu değildir. Bütün islam diyarı sevinçler, saadetler içinde çalkalanmaktadır”sözleri bu zaferin islam dünyası açısından da anlamına dair küçük bir örnek oluşturur.
30 Ağustos Başkomutanlık Meydan Muharebesi, yalnızca dünyanın şaşkınlıkla izlediği bir mucize olarak tarihteki yerini almamış aynı zamanda, ulus egemenliğine dayalı bir yönetim arzusunun karşısında yer alan her türlü düşüncenin ve eylemin de sonunu getirmiştir. Mütarekenin imzalanmasından itibaren İstanbul Hükümetlerinin düşmanla uzlaşmacı tutumu ancak aynı oranda Türkiye Büyük Millet Meclisini kuran Mustafa Kemal ve dava arkadaşları ile olan uzlaşmasız ve yıkıcı eylemlerle dolu ilişkisi, cephe savaşlarının her bir başarısının ardından onlar açısından yerini büyük bir üzüntüye ve daha büyük hırçınlığa bırakmıştır. Bu çerçevede Sakarya Meydan Muharebesinin kazanılması ile Büyük Taarruz arasındaki dönemde Dışişleri Bakanı Ahmet İzzet Paşa, Türkiye Büyük Millet Meclisi ordularının kapattığı Doğu ve Güney cephesinden sonra iyice köşeye sıkışmış İngiltere ile bir an evvel bir barış anlaşması yapılması konusunda direten bir layiha yayınlamıştır. Yani kazana kazana son hedefe bu kadar yaklaşmış Orduları durdurmayı ve buna direnen Mustafa Kemal ve Milli Mücadele hareketinin karşı çıkmalarının dinlenmemesini isteyen talihsiz bir girişim içinde bulunmuştur. Bu layiha başta olmak üzere İstanbul Hükümetlerinin şimdiye kadar attıkları her mantık dışı ve bağımsız yaşama iradesini görmeyen adımı, 30 Ağustos Başkomutanlık muharebesi ile sonsuza kadar tarihe gömülmüştür. Bu büyük başarının gelmekte olduğunun anlaşılması farklı tutum ve beklentiler içinde olanları doğal olarak üzmüş ve başarının gelmemesi için mücadele eden büyük bir ihanetin içine atmıştır. Bu çerçevede 30 Ağustos bugün onun mimarı olan Mustafa Kemal’in büyüklüğünü, azmini, cesaretini, Türk milletine armağan ettiği bağımsızlığı sembolize ederken, aynı zamanda ona inanmayanları, yok etmeye çalışanları, onların yıkıcı eylemlerini, düşmana duydukları inancı kendi milleti için beslemeyenleri de kötü bir hatıra olarak sembolize etmektedir. O nedenle Büyük Taarruz iç ve dış tüm engellemelere karşın elde edilen olağanüstü bir başarıdır.
30 Ağustos Türk milletinin tarihten gelen olağanüstü ferasetinin, sağduyusunun, bağımsız yaşama tutkusunun ve özverisinin ifadesidir. Aksi takdirde en olumsuz koşulları en olumlu hale döndürmenin nasıl mümkün olduğunu anlamak zor olabilir, bütün bu tabloya bakıp cesaretini kaybetmeyen bir milleti tanımlamak bütün literatürlerde eksik kalabilirdi. Bu nedenle 30 Ağustos bu güzel milletin mensubu olmanın onurunu bize her yıl tekrar hatırlatır.
30 Ağustos Mustafa Kemal’in bir asker olarak mesleğinin ne denli ehli olduğunu gözönüne getirir ve komuta etmenin, doğru strateji belirlemenin, doğru zamanda doğru karar vermenin ve verdiği kararı başarı ile hayata geçirebilmenin, bir milletin bütün kaderini elinde bulunduran bir asker olarak üzerinde taşıdığı ağır sorumluluğun gerektirdiği şekilde hareket edebilmenin bir onur abidesi olarak onu karşımıza çıkarır. Mustafa Kemal’in herkese ve her şeye karşı elde ettiği bu büyük başarı onu bir kez daha milleti ile buluşturacak ve bu buluşmanın olağanüstülüğü Cumhuriyetin ilanı ve İnkılapların yapılma süreci içinde devam edecek ve bugün her Türk vatandaşının kalbindeki büyük Atatürk sevgisinin temellerinden birisini oluşturacaktır. Büyük Taarruz, Mustafa Kemal’in bütün mağrurluğu ile cephelerde gezen ve dünyanın bütün güçlerini arkasına alarak Anadolu’yu kan gölüne çeviren Yunanistan’a cephelerde gerekli dersi verirken bütün dünyaya medeniyet dersi vermesinin de en güzel hatıralarından birisine sahiptir. Muharebenin ardından esir alınan başta General Trikopis olmak üzere Yunan ordusuna mensup çok sayıda generale karşı olan tutumunu olay anında orada bulunan Mustafa Kemal’in cephe fotoğrafçısı ve Kocatepe’deki meşhur fotoğrafı çeken Etem Tem şöyle aktarıyor:
Başkumandan’ın yanında Halide Hanım, Salih (Omurtak), Muzaffer (Kılıç), Ruşen Eşref, Salih (Bozok) vardı. Ve kendisi ayakta duruyordu. Çok nazikâne elini uzattı ve:
- Sizi sonuna kadar vazifesini yapmış bir kumandan olarak kabul ediyorum, hitabında bulundu. Trikopis:
- Hayır ekselans, maalesef birçok vazifelerimiz daha vardı. Onları yapmadık, deyince Başkumandan:
- Hiç üzülmeyiniz, dünya kuruldu kurulalı iki ordu harp edince daima bir taraf galip, bir taraf da mağlup olmuştur, cevabını verdi. Ve oturttu. Çaylar, kahveler, sigaralar ikram etti. Harp hareketine ait bir tek kelime ne sordu, ne o konuya girdi. İstanbul’dan Selanik’ten, Atina’dan ve havadan sudan bahsedildi. Bir arzuları olup olmadığını sordu. Trikopis ailelerine esir edildiklerine dair haber verilmesi ricasında bulundu. Bu ricası kabul olundu. Ve taarruzun başından beri Anadolu’dan hiçbir yere bir haber sızdırılmazken ilk defa büyük zaferimizi müjdeleyen ayrıntılı bir tebliğ bütün dünyaya yayıldı. Ve Trikopis ile arkadaşlarının esir düştüğüne dair malumat eklendi. Trikopis ve arkadaşları ayağa kalkıp müsaade istedikleri zaman Başkumandan:
- Az kaldı unutuyordum. Sizin Başkumandan Hacıanesti nerelerdedir? O beni arıyormuş, ben kendimi tanıtmak için buraya kadar geldim. Fakat maalesef kendisini bulamadım, deyince Trikopis başını yere eğerek:
- Ekselans, ben dahi bilemiyorum, cevabını verdi ve huzurundan çıktılar.
Başkumandan Müşir Gazi Mustafa Kemal, çok değil daha bir ay evvel, Hacıanesti ile İngiliz yüksek rütbeli subayının bütün dünyaya mağrur bir eda ile söylediklerini cevaplandırdı. “Türkler bu hattı altı ayda düşürebilirlerse altı saatte düşürmüş gibi iftihar edebilirler,” sözü aksi oldu. Altı ayda değil tam altı saatte bütün cephe altüst edilmiş ve Hacıanesti Mustafa Kemal’i bulamamış değil, Mustafa Kemal Hacıanesti’yi bulamamış oldu.”
Etem Tem’in çok güzel resmettiği bu olay 1918’den beri ülkenin üzerine çöken kabusun sonunu gösterir. Bütün olumsuzluklara rağmen Mustafa Kemal’e olan inancını yitirmeyen Anadolu insanına bu orduların eşsiz Başkomutanının verdiği şu müjde yoktan var etmeyi başaran Türk insanının duymak istediği en güzel cümleler olsa gerektir:”
Türkiye Büyük Millet Meclisi Orduları
Afyonkarahisar, Dumlupınar büyük meydan muharebesinde zalim ve mağrur bir ordunun anasırı asliyesini inanılmayacak kadar az bir zamanda imha ettiniz. Büyük ve necip milletimizin fedakârlıklarına lâyık olduğunuzu isbat ediyorsunuz. Sahibimiz olan büyük Türk milleti istikbalinden emin olmağa haklıdır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi
Başkomutan
Mustafa Kemal
İşte biz 30 Ağustos ile birlikte istikbalimizden emin olma hakkının yıldönümünü kutluyoruz.
30 Ağustos bizim gurur günümüzdür, bizim Mustafa Kemal’e şükran günümüzdür.